ANTALYA SPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ ERSUN YANAL'LA RÖPORTAJ

Antalya Spor Teknik Direktörü Ersun Yanal'la röportaj gerçekleştirildi.

ANTALYA SPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ ERSUN YANAL'LA RÖPORTAJ

Antalya Spor Teknik Direktörü Ersun Yanal'la röportaj gerçekleştirildi.

ANTALYA SPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ ERSUN YANAL'LA RÖPORTAJ
26 Ocak 2021 - 13:50

4 Mart’ta son kez maça çıktıktan sonra aslında pandemi de başlamış oldu. O zamandan beri neler yaptınız?


Pandemi, tüm dünyayı giderek daha da içinden çıkılmaz bir halde sardı. Adeta dünyanın üzerine içinden çıkılmaz bir ağ attı ve biz kurtulmak için çırpındıkça daha fazla dolandık. Doğa, böyle bir şey. Ona karşı gelemezsiniz. Ve biz ne yazık ki tüm dünya olarak yönümüzü kaybettik. Çok fazla tüketiyor, çok fazla harcıyor, çok az üretiyoruz. Mart ayıyla başlayan süreçte daha fazla eve kapanıp, işimize, ailemize, hobilerimize, kitaplara, filmlere ve üretime daha fazla odaklanma şansı bulduk. Avrupa futbolundaki dinamikleri inceledik, değişen anlayışları masaya yatırdık, başarılı takım ve futbolcuların özelliklerini araştırdık, veriler, sayılar, analizler üzerine yoğunlaştık. Çince’de risk, “tehlike” ve “fırsat” şekilleri yan yana getirilerek ifade edilir. Biz de herkesin riskli bir döneme girdiği bu süreci, hayatımızın en önemli eğitim fırsatına çevirdik.
 

‘FUTBOLA SONSUZ İMKAN SUNAN BİR KENT’

11 Kasım itibarıyla da Antalyaspor’dasınız... Üç buçuk yıllık sözleşmeniz var, duygularınız neler?


Avrupa’nın beş büyük ligi; Premier League, La Liga, Bundesliga, Serie A ve Ligue 1’i, ülke haritaları üzerine yatırdığınızda ülkemize göre çok daha homojen bir dağılım görürsünüz. Ülkemizde her sektörde olduğu gibi doğal olarak İstanbul odaklı bir hâkimiyet söz konusu... İstanbul, dünyanın artık en büyük metropollerinden biri. Süper Lig’deki İstanbul ekibi sayısı altı ve neredeyse ligin üçte biri. Oysa, futbol adına gerçekten çok bereketli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Balkanların yetenekli nüfusu ile Doğu’nun mücadeleci yapısı arasındaki kesişim kümesiyiz. Ve bu toprakların en özel yerlerinden biri de Antalya. Futbola sonsuz olanaklar sunan bir kent burası. Benzeri Avrupa’da zor bulunacak, tesis ve alt yapı organizasyonuna sahip. Hedefimizi tek bir cümleyle özetlemek istiyorum; Paris’i duyduğunuzda nasıl Eyfel ve Paris Saint Germain aklınıza geliyorsa, Madrid için Real Madrid, Münih için Bayern Münih, Milano için Milan ve Inter ne ifade ediyorsa Antalya için de Antalyaspor’un onu ifade etmesini hedefliyoruz.
 

‘CESUR OLMAK, KAYBETMEYİ REDDETMEKTİR’

Sizden önce takım yedi maçtır galibiyet alamamıştı. İlk olarak kendinize nasıl bir yol haritası belirlediniz?


Stalin, “Sovyet ordusunda korkak olmak, cesaret ister” der. Cesur olmak, kaybetmeyi reddetmektir. Yere hiç düşmemek değil, her düştüğünde yeniden ve yeniden ayağa kalkabilmektir, mücadele etmektir. Arkadaşın için kendini feda etmektir. Kişisel hırs, plan ve egolarını arka plana atarak hedefe odaklanmaktır. Ve belki de en önemlisi cesur olmak, gençlere güvenmektir. 1988 yılından bu yana futbol yönetiyorum. Çalıştığım her kulüpte faklı bir iz bıraktığıma inanıyorum. Mesela Fenerbahçe tarihinin en erken şampiyonluğunu yaşadık. A Milli Takım tarihinin en yüksek puan ortalamasına ulaştık. Denizlispor, bizim dönemimizde yetişen oyuncular sayesinde, tarihine geçen sayıda oyuncu satıp gelir elde etti. Ankaragücü’nde arka arkaya iki sezonu dördüncü ve altıncı bitirdik, birçok oyuncu vitrine çıktı, transfer yaptı. Vestel Manisaspor’da herkesin ezbere bildiği Arda Turan, Caner Erkin, Selçuk İnan, Hakan Balta, Filip Holosko gibi gençlerin ilk kez Süper Lig’e çıktığı günler geçirdik. Gençlerbirliği’nde 12 oyuncunun birden Fenerbahçe, Beşiktaş ve Avrupa’ya transfer olması mutluluğunu yaşadık. Trabzonspor’a Yusuf Yazıcı, Abdülkadir Ömür ve Okay Yokuşlu gibi altın gençleri kazandırdık. Geriye dönüp baktığımda 50’nin üzerinde böyle gencin kariyerine yön verdiğimizi görüyorum. Antalyaspor’da da böyle bir iz bırakmak istiyorum. “Ersun Hoca Dönemi” diye anılan ve hep hatırlanan bir dönem.
 

Teknik ekibiniz hakkında neler söylemek istersiniz, aranızda nasıl bir görev dağılımı var?


Takım, bir saattir. Eğer onun her zaman zamanı en iyi şekilde göstermesini isterseniz çarkların kusursuz çalışması gerekir. Takımın her üyesi, benim için mekanizmanın çarklarıdır. Küçük veya büyük çark, önemli veya önemsiz çark yoktur. Sistem kusursuz bir şekilde hareket eder, döner, döner, döner ve sonunda siz ekrana baktığınızda saati en doğru şekilde gösterir. Benim bildiğim görev dağılımı budur. Çarkların arasına kum tanesi girmesine izin verdiğiniz anda bütün ahengi kaybedersiniz.
 

‘YARIM SANTİMLER BİZİ BAŞARIYA ULAŞTIRACAK’

Ersun Yanal’ın Antalyaspor’u nasıl bir futbol oynayacak?


Hayatımda beni çok etkileyen iki film vardır... Kazanma Hırsı filminde Al Pacino, kendini arayan bir Amerikan futbol takımının başına geçer. Soyunma odasında tarihi bir konuşma yapar ve bir takım için santimlerin önemini “Bu takımda biz bir santim daha ileriye gitmek için çabalıyoruz” şeklinde anlatır. Kazanma Sanatı’nda ise Brad Pitt, ekibin içine Yale mezunu bir matematik dehası alır ve ortaya çıkan analizlerle takımın yönünü değiştirir. Antalyaspor’da da rakamlardan güç alarak, sahanın her santimetresine aynı önem ve dikkati vererek ilerleyeceğiz. Yarım santimi bile kaybetmeye tahammülümüz yok. Ve o yarım santimler bizi başarıya ulaştıracak.
 

Antalyaspor’da daha önce kariyerinde zirveyi görmüş oyuncular görev aldı. Bugün de Podolski, Nuri ile çalışıyorsunuz... Kadroda böyle yıldızların varlığı takıma ne katıyor?


Futbolun bu kadar popüler bir spor dalı olmasının temeli, yıldız oyunculardır. Juventus maçına Ronaldo’yu, Barcelona’ya Messi’yi izlemeye gidersiniz. Bir film seyrettiğinizde aklınızda Robert de Niro kalır, Al Pacino kalır. Ancak onları zirveye çıkaranın takımdaki diğer oyuncular olduğunu da unutmamak gerekir. Futbol bir takım oyunu. Az önce belirttiğim gibi kusursuz işleyen bir çark sistemine sahip olmanız gerekir. 11 dişlisinden biri kırık olan çarkı çalıştıramazsınız.
 

‘BİR YOL HİKÂYESİ YAZMAK İSTİYORUZ’


Antalyaspor’un başındaki ilk maçınızdan sonra “Bugün çok uzun bir yolculuğa başlıyoruz” dediniz. Evet, ligler ve sezonlar uzun bir yolculuktur ama günümüzde futbol taraftarı ve özellikle de basın kısa süreli değerlendirmeleri sever. Bu teknik direktör için nasıl bir handikap?


Antalyaspor’da bir yol hikâyesi yazmak istiyoruz. Bu hikâyeyi, sadece sahaya çıkan 11 futbolcu ile yazmayacağız. Antalya’da sinerji yaratmayı, herkesi bu yolculuğa dahil etmeyi planlıyoruz. Yol, yolculuk uzundur. Virajı, eğimi, yokuşu vardır. Sağınızda, solunuzda sonsuzluğa uzanan manzaralar vardır. Bu yolculuktan zevk alırsanız zaten sonunda sizi hedefe taşır. Bu nedenle kısa vadeli planlar değil, herkese anlatabileceğimiz bir hikâyemiz olsun istiyorum.
 

Erzurumspor maçından sonra hakemlerle ilgili açıklamalarınız oldu. Maalesef sezon boyunca her takım muhakkak hakemlerden dert yanıyor. Bunun sizin de dediğiniz gibi “az”a indirgenmesi için neler yapılmalı?


Bir hakemin, yarım saniyeden daha kısa sürede olan bir olayı süzememesi doğaldır. Tepki göstersek de kabullenmek durumundayız. Ama elinizde bunu sıfıra indirebilecek bir teknoloji var ve siz halen hatada ısrar ediyorsanız durup düşünmek gerekir. Bizler nasıl bir hafta boyunca tüm benliğimizle bir 90 dakikaya odaklanıyorsak, hakemlerden de isteğimiz fiziken, ruhen ve aklen sahada olmaları. Zaten bu gerçekleştiği anda sorun da ortadan kalkacaktır. Yetenek ve liyakat bence her başarının sonucunu belirliyor. İşte biz sanırım burada hata yapıyoruz. Hakemler öyle bir liyakatten geliyorlar ki, futbolun içinden değiller ve futbol insanı olamıyorlar. Bizim sahip olduğumuz hiçbir duyuya sahip değiller. Adeta çocukların benmerkezci dönemine çakılıp kalmışlar. Bu durumdan kurtulamazlar ve kendi pencerelerinden olayları değerlendirmeye devam ederlerse, bir arada olmamız zor. Şu an biz hakemleri yabancı olarak görüyoruz, oysaki hepimiz aynı camiadayız.
 

‘YÖNÜMÜZ ÜST SIRALAR’

Ankaragücü galibiyetiyle sadece bir maç kazanmadığınızı, yönünüzü değiştirdiğinizi söylediniz. Yönünüz neydi? Nasıl bir değişiklik oldu?


2-0 kazandığımız Kayserispor maçının istatistiklerine göre başarılı hamlede yüzde 80 ile üçüncü, topla oynamada yüzde 55.96 ile dördüncü, rakip sahada kazanılan toplarda 58/16 ile ikinci, hücumdaki ikili mücadelelerde yüzde 58 ile ikinci sırada tamamladık haftayı. Bu sayılar, kazanmayı ne kadar arzuladığımızın bir göstergesi. Bu sayılar, yukarıda anlattığım santimetrelerin genlerimize nasıl işlediğinin kanıtı. Bu sayılar, yönümüzün üst sıralar olduğunun ifadesi.
 

Türkiye Kupası’nda son 16’ya kaldık ve yoğun bir maç programımız var. Maalesef artık genel olarak kulüpler tarafından Türkiye Kupası çok önemsenmiyor. Eskiden oynanan TSYD, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık vs. gibi bir sürü kupa vardı. Sizce kupa maçları, ligler için ne anlam ifade ediyor? Olmalı mı, olmamalı mı?


Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Kupası maçları yıllar içerisinde güçlü etkilerini kaybetti. Bunda sadece takımların bu kupa maçlarına bakış açısı etkili olmadı. Örneğin, Türkiye Kupası gerçekten çok uzun bir seri... Takımlar arasında güç dengeleri çok farklı. Hafta sonunda ligde çok önemli bir maça çıkacak ekibi, çarşamba günü 2. lig ekibiyle oynayacağı maça motive etmekte zorlanabiliyorsunuz. Farklı ve daha kısa süren bir formatta kupa heyecanlarının eski günlerine dönebileceğini düşünüyorum.
 

İstanbul takımı ile Anadolu takımı çalıştırmak arasında bir fark görüyor musunuz? En belirgin farklar neler?


Denizlispor, Salihlispor, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Eskişehirspor, Manisaspor, Fenerbahçe, Trabzonspor ve şimdi de Antalyaspor. Çalıştığım her kulüpte farklı bir iz bıraktığımı biliyorum. Çalıştığım gençlerin vitrine çıkması, bu gençlerin transferinden kulübün önemli gelirler elde etmesi, kariyer rekorları ve daha niceleri... Fakat bir İstanbul ekibinde görev yapıyorsanız tek başarı kriteriniz var; şampiyon olmak. Bu da tüm ekip üzerinde müthiş bir gerilim yaratıyor. Anadolu takımlarında bu gerilimden nispeten uzak yaşıyor ve gerçek hedeflerinize, az önce dediğim uzun yol hikâyesine başlayabiliyorsunuz.
 

Pandemi sadece Türk futbolunu değil, dünya futbolunu da oldukça fazla etkilendi. Siz pandeminin futbola kalıcı etkileri olacağını düşünüyor musunuz? Özelde Antalyaspor’a etkisi konusunda neler söylersiniz?


Pandemi, tüm dünyayı etkisi altına aldı. Son 100 yılın en büyük tehdidi ile karşı karşıyayız. Küçük savaşlar ve krizlerden fazla etkilenmeyen futbola geçmişte sadece 2. Dünya Savaşı döneminde ara verilmişti. İşte böylesine büyük bir krizle karşı karşıyayız. Organizasyonunuz ne kadar büyükse, pandemi sürecinin etkilerini o denli ağır hissediyorsunuz. UEFA verilerine göre pandemi döneminde futbol endüstrisinin gelirleri 5,2 milyar euro, faaliyet karı 4 milyar euro, transfer hacmi ise 2,5 milyar euro daraldı. Salgının sadece Real Madrid’e etkisi 154 milyon euro’yu buldu. Geçenlerde Real Madrid Başkan Yardımcısı ve Mali İşler Sorumlusu Pedro Lopez Jimenez, kulüp bünyesinde ciddi bir operasyonla 59 milyon euro tasarruf sağladıklarını açıkladı. Başkan Fiorentino Perez de “Futbolda devrim yapmak gerekiyorsa daha fazla beklenmemelidir” açıklaması ile krizin boyutlarına dikkat çekti, bütçenin 618 milyon euro’ya gerilediğini açıkladı. Böylesine büyük bir krizden Antalyaspor’un da etkilenmesi doğal. Yayın gelirleri, maç günü gelirleri, lisanslı ürün satışları her şey ama her şey geriliyor. Koronavirüs sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve toparlanmak çok zaman alacak.
 

Peki, hep kötü yanları konuşuluyor ama pandeminin herhangi bir olumlu etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bu soruyu sadece futbol açısından sormuyorum; örneğin insanın doğayla, devletlerin dünyayla ilişkisi üzerine önümüzdeki günlerde farklı yaklaşımlar görebilir miyiz?


İnsan, çabuk unutan bir varlık. Her şeyin acısını sonsuza kadar hissedersek, yaşayamayız. En büyük acılarımızı bile zaman içerisinde unutuyoruz. Kaybettiğimiz anne-babalarımız, 17 Ağustos depremi, sel felaketleri, Soma’daki maden ocağı faciası... Acılarını giderek azaltıyor. Elbette pandemi de böyle olacak. Bir gün gelecek ve unutacağız. Bu noktada önemli olan, başlangıç ve bitiş arasındaki dönemde neleri öğrendiğimiz. Bana göre, bu dönemin en büyük çıkarımı; doğadan ve doğaldan uzaklaşmanın, neler getirebileceğini görmemiz oldu. Diğer yandan, hijyenin ne denli önemli olduğunu kavradık. Firmalar ve bizler, kriz yönetimi konusundaki deneyimlerimizi zenginleştirdik. Yardımlaşma duygusu arttı. Krizler ve acılar, insanları ve devletleri birbirine bağlar. Korona sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak derken, ülkeler arasındaki bağların güçleneceği fikri de buna dâhildir.
 

‘TARAFTAR BAŞARININ TEMEL ANAHTARI’


Maçlar taraftarsız oynanıyor. Bir seyirci olarak kendinizi gördüğünüzde futbol maçı izlerken nasıl hissediyorsunuz?


Taraftar, futbolun itici gücü. Her maçını 80 bin kişiye oynayan Bosia Dortmund dolayısıyla Alman kulüpleri Bayern Münih, Schalke 04, Stuttgart bundan en çok etkilenen kulüpler oldular. Bu kategoride Machester United, Manchester City, Arsenal, West Ham, Liverpool, Tottenham, Real Madrid, Barcelona, Atletico Madrid, Inter ve Benfica’yı da sayabiliriz. Bu saydıklarım Avrupa’da her maç en yüksek seyirci ortalamasına sahip 15 kulüp. Tribüne taraftarı başarı mı getirir, yoksa taraftar başarıyı mı sağlar? Bu tamamen, futbol ve spor kültürü ile doğrudan ilişkilidir. Almanya’nın Friedrichshafen kentinde dünyanın en büyük 15 yaş altı futbol turnuvası düzenleniyor. Friedrichshafen, 60 bin kişilik bir sanayi kenti. Ama 15 yaş turnuvasını bile ortalama 5 bin kişi izliyor. Bu rakam, bazen bizim Süper Lig ekiplerinin seyirci sayısından bile fazla. Bana göre, taraftar başarının temel anahtarı.
 

Peki, yedek kulübesindeyken taraftarın olmaması sizi ya da takımı etkiliyor mu?


İngilizlerin “90 dakikalık tesadüf olmaz” diye bir sözü var. O takımın, her şeyi başaracak gücü, kalitesi ve yeteneği vardır. Sadece bunun dışarı çıkması gerekir. Taraftar ise bunu en iyi şekilde açığa çıkaran gruptur. Paris Saint Germain’e 4-0 kaybeden Barcelona’nın rövanşı 6-1 kazanması, İsveç’in Almanya karşısında durumu 4-0’dan 4-4’e getirmesi, yine Schalke 04’nin 1997 yılındaki maçta 4-0’dan 4-4’e ulaşması... Bu geri dönüşler takımın içindeki kıvılcımın ateşe dönmesinin bir sonucudur. Bana göre de bu ateşi körükleyen güç taraftardır. Antalyaspor’un da bu durumdan etkilenmemesi düşünülemez.
 

‘ODAĞIMIZ İNSANA YATIRIM’
Sizce Türk futbolunun en büyük problemi ne?


“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan pirinç ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, yüz yıl sonrasını düşünüyorsan eğer insan yetiştir.” Bir Çin atasözüdür... Sadece futbolda değil, tüm sektörlerde insana fazla önem vermeyen bir yaklaşım içerisindeyiz. Belki Akdeniz ikliminin getirdiği sıcaklık ve sabırsızlık, uzun vadeli planlar yapmamızı engelliyor ancak artık bunun sona ermesi gerektiğini düşünüyorum. Vestel Manisaspor’da Arda Turan, Caner Erkin, Hakan Balta, Selçuk İnan, Yiğit Gökoğlan, Ufuk Ceylan, Sezer Öztürk, Uğur İnceman gibi gençlere kariyer yolu açmasaydık, sadece pirinç ekmiş olacaktık. Ama yaşları 18-19 olan bu saydığımız oyuncular, gün geldi Türk futbolunun en iyi futbolcuları oldular. Eskişehirspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Trabzonspor, Fenerbahçe ve Salihlispor’da da hep odağımız bu oldu, insana yatırım. Sadece skor kazanmaya odaklı olmak, makyavelist bir felsefe ortaya koyuyor. Bu felsefe futbol sahasını savaş meydanı haline getirip, yok olmasına, yeteneklerin kullanılamamasına yol açıyor.
 

Türk futbolunda köklü bir değişim olmalı mı, olmalıysa bu devrim nasıl yapılmalı?


Almanya, 1990’lı yılların sonunda futbolda büyük bir çöküşe geçti. 1998 Dünya Kupası çeyrek finalinde Hırvatistan’a 3-0 yenilerek elendiler. Hemen ardından Euro 2000’de Portekiz, Romanya ve İngiltere’nin yer aldığı grupta sonuncu olarak çıkamadılar. Alman futbolu için bu iki maç milat niteliğindedir. Hemen ardından ülke genelinde çok büyük bir futbol devrimi gerçekleştirerek bugünkü konumlarına yükseldiler. Raphael Honigstein’in “Dördüncü Yıldız - Alman Futbolunun Kendini Yeniden Keşfi ve Dünyayı Fethi” kitabını futbolda devrime hazırlanan herkesin okuması gerektiğine inanıyorum. Evet, Türk futbolunda da köklü bir değişimin şart olduğuna inanıyorum. Almanya’da yaşayan 3,5 milyon gurbetçi nüfusundan Mesut Özil, Nuri Şahin, İlkay Gündoğan gibi dünya çapında oyuncular yetişiyor. Türkiye’deki genç nüfus sayısı 25 milyonun üzerinde. Genler aynı gen... O zaman yeni bir şey söylemek ve yapmak lazım...
 

Kariyerinizde dönüp baktığınızda en gurur duyduğunuz ve mutlu olduğunuz anlar hangileri?


Teknik direktörlük kariyerimde 700 maçı geride bıraktım. Her takımda farklı bir başarı elde ettim. Türk futbol tarihinin en erken şampiyonluğunu Fenerbahçe ile yaşadım. Vestel Manisaspor’da sıfırdan bir jenerasyon takımı yaratıp Türk futboluna üst düzeyde 15 yıl hizmet eden oyuncular yetiştirdim. A Milli Takım tarihinin puan ortalaması en yüksek teknik direktörü oldum. Ankaragücü’nde lig tarihinin en iyi derecesini aldım. Gençlerbirliği’nde Eskişehirspor ile UEFA Kupası’na katıldık. Trabzonspor’da Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür gibi dünya çapındaki iki yıldızın keşfini sağladım. Okay Yokuşlu’nun Celta Vigo’ya 6 milyon euro’ya transfer olmasını sağlayan kişisel gelişimini planladım. Gençlerbirliği ekolüne uygun olarak iki sezonda ikisi Avrupa’ya, 10’u ise ligin üst düzey ekiplerine transfer olan bir ekip yarattım. Denizlispor’da Bülent Akın, Yusuf Şimşek, Ümit Bozkurt, Ali Tandoğan, Veysel Cihan’ı harika bir kariyer planlaması ile Türk futboluna kazandırdım. Bir teknik adam için en güzel şey, yetiştirdiğin bir oyuncunun bir gün Avrupa’ya gittiğinde sana teşekkür etmesidir.
 

Ersun Yanal’ın genel karakteristik özelliğini kısaca nasıl anlatırsınız?


Sürekli iyileştirme ve geliştirmeye inanıyorum. Kaizen diye adlandırılan bir Japon felsefesi. Mükemmele ulaşma arzusuyla sürekli daha iyisini yapmak için çalışma ve kendini geliştirmek. Sonuca değil, sürece odaklanmayı önemseyen bir hareket. Daha iyiye ulaşmak için küçük ama sürekli adımlar atmak. Aynen yukarıda bahsettiğim santimetrelerin önemi gibi. Hızlı hareket etmeye, çabuk sonuç almaya odaklı iş dünyası artık Kaizen felsefesini kabul etmeye başladı, sıra futbola geldi. Bunun öncülüğünü yapacak olan da bizleriz... Ekip olarak sürekli yeni teknolojileri takip ediyor, bunu tüm alanlara dâhil ediyor, toplam kalitenin artırılmasına önem veriyor, süreç içindeki iyileştirmelerin toplam kaliteyi olumlu etkileyeceğinden hareketle işlerimizi yapıyoruz. Bizler böylesine bir gelişim içerisindeyken ve sürekli oyunun içerisindeyken futbolun değişen oyun kuralları içerisinde de aktif olarak rol olmak istiyoruz. En azından ben, göreve hazır olduğumu buradan açıklıyorum. Sadece yönetenlerin değil; oynayanlar ve oynatanların da söz sahibi olduğu bir sistemin kurulmasının, futbola yepyeni ufuklar açacağına inanıyorum.
 

Arda Turan’dan Holosko’ya kadar çok sayıda oyuncu ismi verdiniz... Antrenör eğitim ve gelişimi bu sürecin neresinde yer alıyor?


İşte tam bu nedenle sürekli iyileştirme ve geliştirme diyorum aslında. İyinin sonu yok. Sona geldiğinize inandığınız anda kıpırdayamazsınız. Yürüdüğünüz yolun sonuna gelmemek için de sürekli yeni yollar bulmanız gerekir. Gençler, bu yollardan biridir. Öğretirken öğrenirsiniz. Onların başarıları sayesinde herkesin önünde yepyeni ufuklar belirir. Ama bunun için gençlerin yanında olmanız gerekir. Üniversitelerdeki panellere gidiyorum, derslere giriyorum, staj için gelenlere büyük bir ciddiyetle bakıyorum, onların önünü açıyor ve kariyerlerinin başlangıcında hız kazandırıyorum. Galiba, en az oyuncu yetiştirmek kadar kıymetli bir şey bu...
 

Bu haber 3549 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum