Bir zamanlar sevmek başka bir şeydi. Herkesin elinde telefonlar, kalbinde tereddütler yoktu. Bir çift göz, bir gülüş yeterdi başlamak için. Şimdi ise insanlar aynı evi paylaşsa da aynı hayali paylaşmakta zorlanıyor. Aynı sofraya oturmak kolay, ama aynı umudu, aynı yarını paylaşmak… İşte asıl zor olan bu.
Eskiden evlilik bir ömür boyu sürecek bir yolculuktu. Başladığında geri dönmeyi düşünmeden yürünürdü. Her inişiyle, çıkışıyla kabullenilen bir hayat arkadaşı vardı. “İyi günde, kötü günde” sözü sadece düğün törenlerinde edilip unutulan bir cümle değil, gerçekten yaşanan bir bağlılıktı. Şimdi ise kötü gün geldiğinde çoğu insan ilk kapıdan çıkıp gitmeyi tercih ediyor.
Zor günlerin insana kattığı şeyi bilmiyoruz artık. İnsanlar yorulmak istemiyor. Sevgi emek ister diyoruz, ama emeğin anlamını yitirdik. Bir sorun olduğunda çözmek yerine değiştirmeyi seçiyoruz. İnsanları, ilişkileri, hatta duyguları bile. Oysa sevgide asıl değer, bir kusura rağmen kalabilmekte saklıdır. Herkes kusursuzu arıyor ama kimse kusura sabretmek istemiyor.
Günümüz evlilikleri hızla kuruluyor ve ne yazık ki bir o kadar hızlı dağılıyor. Çünkü artık ilişkiler yüzeysel. Derin bağlar kurmak yerine hızlı tatminler aranıyor. Herkes kendini düşünen bireyler haline geldi. “Ben mutlu muyum?” sorusu, “Biz iyi miyiz?” sorusunun önüne geçti. Sevgi bir takım işidir, ama kimse takımı için mücadele etmek istemiyor. Karşısındakine yatırım yapmadan sonsuz ilgi, sonsuz anlayış, sonsuz sadakat bekliyor. Bu denklemde kırılmak da kaçınılmaz oluyor.
Aynı yastıkta kocamak, sadece aynı yatakta uyumak demek değildir. Aynı hayale baş koymak demektir. Aynı fırtınada birbirine sığınmak, aynı acıyı omuzlamak, aynı hayal kırıklığını birlikte taşımaktır. Gözlerdeki çizgiler arttıkça, kahkahaların da gözyaşlarının da izi olur o yüzde. Ve işte asıl güzellik, zamanla büyüyen, yıpransa da bırakılmayan o sevgidedir.
Ama biz artık bırakmayı öğreniyoruz. Vazgeçmek kolay, kalmak zor. Kimse kendinden bir şey kaybetmek istemiyor. Oysa sevmek, bazen kendinden biraz eksilmeyi göze almaktır. Gururunu indirmek, bir adım geri durmak, susmayı bilmektir. Ama bunlar bugün zayıflık sanılıyor. Oysa aslında en güçlü olanlar affedebilenlerdir. Bekleyebilenler, anlamaya çalışanlardır.
Eskiden bir çift tartıştığında, büyükler hemen araya girer, “Yuvanız yıkılmasın” derdi. Şimdi insanlar yuvayı değil, bireyselliği yüceltiyor. Elbette birey olmak değerli, ama iki bireyin birlikte bir “biz” inşa etmesi çok daha kıymetli. Şimdiki evlilikler, iki yalnızın yan yana gelmesi gibi. Amaç paylaşmak değil, sadece yan yana var olmak. Kalpler bir araya gelmiyor; sadece zamanlar çakışıyor.
Teknoloji, hız, yoğunluk derken insanlar gerçekten dokunmayı unuttu. Kalpten konuşmayı, göz göze gelmeyi, sessizce anlaşmayı unuttuk. Telefonlar elimizde ama ellerimiz birbirine yabancı. Sohbetlerimiz uzun ama samimiyet kısa. Birbirimizin gözlerinin içine uzun uzun bakmaz olduk. Oysa bir bakışta anlaşabilmekti aşkın tanımı.
Aynı yastıkta kocamak, artık sadece romantik filmlerde, nostaljik fotoğraflarda ya da büyüklerimizin gözlerinde kalan bir hayal gibi. Ama o hayal hâlâ mümkün. Çünkü insanlar hâlâ sevgiye aç. Hâlâ bir omuz arıyoruz yaslanacak, bir el arıyoruz tutacak, bir kalp arıyoruz anlayacak. Sadece sabırsızız. Çok şey bekliyoruz ama çok az şey veriyoruz.
Belki yeniden sabrı öğrenmeliyiz. Belki her gün yeniden seçmeyi… Belki sevgiyi bir lüks değil, bir sorumluluk olarak görmeliyiz. Çünkü aynı yastıkta kocamak, sadece aşkın değil, hayatın en büyük başarılarından biridir.
Kolay değildir. Bazen çok yorar, çok ağlatır. Ama sonunda o yastığın üzerinde geçen her yıl, bir ömürlük hikâyenin satırlarına dönüşür. Ve işte o zaman, "İyi ki sabretmişiz" dersin. "İyi ki bırakmamışız. İyi ki her şeye rağmen kalmışız."
YORUMLAR