Evliliklerde yaşanan tartışmalar, çoğu zaman dışarıdan bakıldığında küçük görünür. Fakat çiftler için aynı tartışma, gün içinde defalarca akıllarına gelen, yüreklerinde bir ağırlık bırakan bir çatışmaya dönüşebilir. İlginç olan şu ki; tartışmaların büyüme sebebi, çoğu zaman konu değildir. Asıl yıpratıcı olan, tarafların bir noktadan sonra odaklarını kaybedip haklı çıkmaya çalışmalarıdır. Bu çaba, görünmez bir kapıyı aralar ve çift kendilerini “suçlama döngüsü” denen o yorucu sarmalın içinde bulur.
Bu döngü, çoğunlukla masum görünen bir cümleyle başlar. “Sen zaten hep böyle yapıyorsun.” Eğer yeterince dikkat edilmezse, bu küçük cümle ilişkiyi savunma hattına taşır. Diğeri hemen karşı atağa geçer: “Hayır, öyle bir şey yapmıyorum.” Savunma bir suçlama gibi duyulur, suçlama yeni bir savunmayı tetikler. Birkaç dakika içinde konu büyür, dal budak salar ve başlangıçtaki mesele tamamen kaybolur. Artık tartışma çözüm arayışı olmaktan çıkmış, duygusal bir güç kavgasına dönüşmüştür.
Burada gözden kaçırılan kritik bir gerçek var: Suçlamaların ardında çoğu zaman öfke değil, incinmişlik yatar. Bir kişi “Benimle hiç ilgilenmiyorsun.” dediğinde, çoğu zaman aslında “Hayatıma biraz daha dahil olmanı istiyorum.” demeye çalışır. “Her şey hep bende kalıyor.” şikâyetinin altında ise “Destek görmek istiyorum.” duygusu gizlidir. Ama bu duygular açıkça ifade edilmediğinde, kelimeler sertleşir; ton yükselir. Kişi duygusunu anlatmak yerine kendini savunur. Partner ise savunmayı red ya da suçlama olarak algılar. Böylece çift, bir an olsun birbirinin kalbine dokunamadan, sadece seslerin yükseldiği bir tartışmanın içinde kaybolur.
Evliliklerde en sık yapılan hata, haklı olmanın bir çözüm olduğunu sanmaktır. Oysa haklı çıkmak, tartışmayı kısa bir süreliğine susturabilir ama ilişkinin içindeki duygusal mesafeyi büyütür. Bir taraf “Ben haklıydım.” dediğinde, çoğu zaman diğer taraf “Peki ben ne oldum?” diye içinden geçirir. Bu his, bir tartışmadan çok daha derin bir yaradır. Çünkü evlilikte değerli olan kazanmak değildir; ilişkiyi sürdürebilecek bir köprü kurabilmektir.
Bu nedenle evlilikte asıl ihtiyaç, çoğu zaman haklı çıkmak değil, anlaşılmaktır. İnsan, duygusunun görüldüğünü hissettiğinde savunmalarını bırakır. Duyulduğunu fark eden kişi, geri çekilmek yerine yaklaşır. Çünkü anlaşılma, insana hem güven verir hem de yakınlık. Bu yakınlık, bir tartışmanın bile çiftin bağını güçlendirmesine yol açabilir.
Peki suçlama döngüsü nasıl kırılır?
Aslında sandığımız kadar karmaşık değil. Genelleyen cümlelerden uzak durmak, duyguyu net bir şekilde ifade etmek, eleştiriyi kişiliğe değil davranışa yöneltmek… Hepsi basit ama etkili adımlar. “Sen hep böylesin.” yerine “Bu olduğunda kendimi yalnız hissediyorum.” diyebilmek, karşı tarafa saldırmadan kendi dünyanı açmaktır. Bu yaklaşım, ilişkiyi sertlikten uzaklaştırır, kırgınlıkların daha hızlı iyileşmesini sağlar.
Evlilik, iki kişinin hayatı paylaştığı bir birliktelikten çok daha fazlasıdır. Birbirini anlamaya, büyümeye ve birlikte iyileşmeye açık bir yolculuktur. Her tartışmada “Ben nasıl haklı çıkarım?” diye düşünmek bu yolculuğu zorlaştırır. Ama “Biz bu konuyu nasıl birbirimizi kırmadan konuşabiliriz?” diye yaklaşmak, ilişkiye uzun ömür ve derinlik katar.
Sonuçta bir tartışmanın sonunda “Ben kazandım.” demek, aslında ilişkinin kaybettiğinin sessiz bir ilanıdır. Oysa “Bugün birbirimizi daha iyi anladık.” diyebilmek, iki insanın ortak yaşamına atılmış en güçlü imzadır. Çünkü bir evlilikte en değerli kazanım haklılık değil, duygusal yakınlıktır. Ve hiçbir haklılık, sevildiğini hissetmenin yerini tutmaz.


YORUMLAR