Sığmayacak Kadar İnsan: İlişkilerde Kalıplar ve Kırılan...
Reklam
Tolga Turan

Tolga Turan

Uzman Aile Danışmanı Evlilik & İlişki Danışmanı

Sığmayacak Kadar İnsan: İlişkilerde Kalıplar ve Kırılan Hayaller

28 Nisan 2025 - 08:05

Bir zamanlar küçük bir kasabada, marangozluk yapan yaşlı bir adam yaşardı. Her sabah dükkânını açar, tahtaları keser, sandalyeler yapardı. Ama en çok sevdiği şey, ölçülerine göre kesilmiş kutular yapmaktı. "Her şeyin bir yeri, bir şekli olmalı" derdi. Oğlu büyüyüp evlenince, aynı mantığı evine de taşıdı. Gelinine bir kutu sundu, "Bu evde böyle davranılır" yazıyordu üstünde. Gelin ise bir zaman sonra nefes alamaz hâle geldi. Çünkü insan, kutuya sığmaz.
İlişkilerde karşı tarafı bir kalıba sokma arzusu, belki de en çok sevgi adına yapılan en büyük şiddetlerden biridir. "Benimle böyle konuşulmaz", "Bu evde böyle davranılmaz", "Kadın dediğin...", "Erkek dediğin..." gibi kalıplar, başta düzen kurmak gibi görünse de zamanla kişiliği törpüler, benliği ezer, içten içe sevgi zannettiğimiz yapıyı çürütmeye başlar.
Bir kadın danışanım anlatmıştı:
"Evlenmeden önce kitap okuyan, resim yapan biriydim. Evlendikten sonra eşim 'Sen artık ev hanımısın, kafanı o işlere yorma' dedi. Kitaplarımı kaldırdım. Resim defterimi attım. Beş yıl sonra aynaya baktığımda kendimi tanıyamadım."
Bu hikâye tek değil. Sayısız kadının, erkeğin, hatta çocuğun hayatında yankı bulan bir sessiz çığlık bu: "Ben artık kendim değilim."
Tıpkı 10 yaşındaki o çocuk gibi...
Okuldan geldiğinde babasına renkli bir resim gösterdi. Ağaçlar mavi, güneş mora çalıyor, hayal dolu bir dünya... Babası sadece şöyle dedi:
"Ağaçlar mavi olmaz oğlum. Güneş de mor çizilmez. Gerçekçi ol biraz."
Ertesi gün çocuk tüm boyalarını siyaha boyadı. Öğretmeni sorduğunda ise yalnızca şunu söyledi:
"Gerçek diye öğrendiklerim, hayallerime yer bırakmadı."
İlişkilerde karşılıklı sınırlar elbette önemlidir. Ama sınır, "duvar" değildir. Sınır, kişiliğe alan tanıyan, karşılıklı haklara saygı duyan bir çerçevedir. Kalıplar ise beton döker; oysa insan toprağa benzer, büyümek için nefes alması gerekir.
Bir başka danışanım, evliliğinde eşinin kendisini sürekli değiştirmeye çalıştığından yakınıyordu:
"Ben sporu sevmem ama eşim maraton koşucusu. Beni de her sabah koşturmak istiyor. 'Bu seni geliştirir' diyor. Ama beni ben yapan şeylerden uzaklaştıkça ona da olan sevgim azaldı."
Bir genç kızın hikâyesi de benzerdi:
Erkek arkadaşının hoşlanmadığı şeyleri öğrenmeye başlamıştı. Güldüğünde çok ses çıkarmamayı, telefonla konuşurken fazla heyecanlanmamayı, hatta bazı arkadaşlarını görmemeyi… Onun seveceği hâli bulmak için kendini törpüledi. Her törpüde biraz daha sustu, biraz daha içine kapandı.
Bir gün günlüğüne şu satırı yazdı:
"O beni sevsin diye ben kendimi sevmeyi bıraktım."
Sevgi, aynılaştırmak değildir. Tam tersine, farklılıklarla büyür. Bir çiçek bahçesini güzelleştiren şey, her çiçeğin farklı renkte açması değil midir?
Toplum olarak evlilikleri ve ilişkileri "roller" üzerinden tanımlar olduk. Erkek sağlayıcıdır, kadın fedakâr. Ama gerçek hayatta roller değil, ruhlar bir araya gelir. Ve her ruh kendi rengini, dokusunu, hayalini taşır.
Bir genç adam nişanlısına bir defter verdi. İlk sayfasına şunu yazmıştı:
"Senin için en doğru kadın, sakin, anlayışlı ve gösterişsiz olandır."
Kadın yüksek sesle gülmemeyi öğrendi, renkli elbiselerini rafa kaldırdı. Beş yıl sonra bir arkadaşına fısıldadı:
"Ben ne zaman kendim olmaya çalışsam, yanlış hissettiriyor."
Eğer ilişkilerde kalıpları zorlamaya devam edersek, insanlar ya kırılır ya da içine kapanır. Ne sevgi kalır ortada, ne de hayat.
Son söz niyetine, bir Japon kintsugi sanatını hatırlayalım. Kırılan çanakları altınla onarırlar. Çünkü kusurların güzelliğine inanırlar. Belki biz de ilişkilerde birbirimizi "mükemmel" yapmaya çalışmak yerine, çatlaklarımızla, yaralarımızla kabul etmeyi öğrenmeliyiz.
Çünkü aşk, bir kalıba sığmayacak kadar geniştir.
 
 

  • Reklam
Bu yazı 17 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum

Son Yazılar