Bir toplumun gerçek aynası ne teknolojisidir, ne binalarının yüksekliği, ne de ekonomisinin büyüklüğü… Bir toplumun gerçek aynası, insanlarının neye güldüğünde, neye kızdığında, neye utandığında ortaya çıkar. Ve ne yazık ki bugün bu aynaya baktığımızda, yansıyan yüz fazlasıyla yaralı, fazlasıyla yorgun.
Bu topraklar, vaktiyle utancın terbiye olduğu, ayıbın insanı yola getirdiği yerlerdi. Mahallenin bakkalında bile biri birine saygısızlık etse, diğerleri hemen müdahale ederdi. Bir genç, yaşlı birinin elinden poşetini alır, bir çocuk büyüğünün yanında sessizce oturmayı öğrenirdi. Çünkü ayıp vardı, çünkü edep öğretilirdi.
Ama şimdi?
Artık ekranlar utanmazlığın manzarasına dönüştü. Sabah kuşaklarında insanlar özel hayatlarını milyonlara ifşa ederken, utanmak bir meziyet değil, bir zayıflık gibi gösteriliyor. İnsanlar aldatmalarını, kaçışlarını, aile içi çarpıklıkları öyle bir rahatlıkla anlatıyor ki izlerken mide bulanıyor, ama işin en trajik tarafı şu: seyirci alkışlıyor.
Bir gelin, kayınpederinden hamile kaldığını açıklıyor. Bir adam, kendisini aldatan kadının peşinden canlı yayında diz çöküp “beni affet” diye yalvarıyor. Gençler ekranlara çıkıp anne-babalarına “sizden nefret ediyoruz” diyor ve bu tepkiyi normalleştiren koca bir alkış kopuyor stüdyodan.
Peki ya sonrası?
Bu rezaletler normalleşiyor. Toplumun bilinçaltına işleniyor. Gençler ne izliyor, çocuklar ne görüyor? Aile, artık bir sığınak değil. Şiddetin, ihaneti örtmeye çalışmanın, ekranlarda yarış haline gelen "kim daha rezil?" yarışmasının alanına dönüşmüş durumda.
Ve bu sadece televizyonlarla sınırlı değil. Sosyal medya da aynı çöküşün başka bir cephesi. Mahremiyet kalmadı. Her şey sergilenmek zorundaymış gibi yaşanıyor. Kimin kiminle ne yaşadığı, kimi nasıl aldattığı, kimin kimi nasıl harcadığı artık birer “hikâye” değil, “içerik” oldu.
TÜİK’in soğuk ama sarsıcı verilerine bakalım:
- Cinsel istismara uğrayan çocukların sayısı yılda 22.000’i geçmiş. Dile kolay, yirmi iki bin çocuk!
- Boşanma oranlarında %32’lik bir artış yaşanıyor. Yani her geçen yıl, daha fazla aile parçalanıyor.
- Gençlerin %48’i “başarı için yalan gerekebilir” diyor. Yani doğru, artık ikinci plana itiliyor.
- Her üç kadından biri, hayatının bir döneminde fiziksel ya da psikolojik şiddet görüyor.
Burada asıl mesele sadece reyting değil, değerlerin ticarete dönmesi. İnsan onuru, bir reklam arasında pazarlanıyor. En çirkin hikâye, en çok izleneni oluyor. Gerçek duygular yerine sahte senaryolar, ahlâk yerine sansasyon, saygı yerine saldırganlık ön planda.
Ve bir milletin en büyük kaybı, utanç duygusunu kaybetmesidir. Çünkü insanı insan yapan şey, vicdanıdır. Vicdan bir kez sustuğunda, ar damarı da patlar. O saatten sonra artık kimse kimseye ne hesap verir ne de mahcup olur.
Peki ne yapmalı?
Önce televizyonu değil, kalbimizi açmalıyız. İzlediklerimizi değil, iç sesimizi sorgulamalıyız. Ahlâk bir anda oluşmaz; anneden, babadan, öğretmenden, mahalleden, toplumdan taş taş üstüne koyarak yükselir. Şimdi o taşlar birer birer düşüyor.
Çocuklara, gençlere yeniden dürüstlüğü, sadakati, utanmayı, edebi anlatmalıyız. Evde, okulda, sokakta… Her fırsatta. Çünkü ahlâk yalnızca bir ders kitabı konusu değil, yaşamın ta kendisidir.
Evet, vicdan kırıldı.
Evet, ar damarı patladı.
Ama hâlâ geç değil.
İyilik de bulaşıcıdır. Ahlâk da yayılır. Sessiz kalanlar sesini çıkarırsa, izleyenler “artık yeter” derse, biz bu bataklıktan çıkabiliriz. Yeter ki önce aynaya bakıp şu soruyu sorabilelim:
“Ben neye alkış tutuyorum?”
YORUMLAR